designinistanbul | yorum: “tasarım bienalinin ardından: antropolojik yaklaşımın sınırları-olanakları”
677
post-template-default,single,single-post,postid-677,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode_grid_1300,footer_responsive_adv,qode-content-sidebar-responsive,qode-theme-ver-10.0,wpb-js-composer js-comp-ver-4.12,vc_responsive

yorum: “tasarım bienalinin ardından: antropolojik yaklaşımın sınırları-olanakları”

 

erdem ilgi akter

short summary

after the design biennial: limits and potentialities of the anthropological approach

Curated by Beatriz Colomina and Mark Wigley under the question Are We Human?, the 3rd Istanbul Design Biennial (20 October – 22 November 2016) has recently closed. In parallel to the comprehensiveness of the concept (human) addressed in this question, the Biennial was “not about presenting the latest designs or ideas”. It was rather organized like an anthropological museum considering the 200,000 years of human history, and inquiring the ways in which the relationship between human and things (i.e. the material world) has (had) been, and can possibly be.

However, this over-comprehensive approach to design as an “archeology project” seems to have various drawbacks, especially concerning the hegemony of the contemporary design terminology. This paper is an attempt to address these drawbacks with reference to the discussions in the relatively new, but fastly evolving field, Design Anthropology. Accordingly, it criticizes the design approach of the Biennial, having a tendency to embrace all the material artefacts as the products of human design. It rather highlights the importance of a critical approach to design that seeks for the causes and implications of this hegemonic language. In other words, the paper rather proposes the making of the archaeology of the concept of design itself.

 

“Biz İnsan mıyız?” sorusu altında kurgulanan, bu soruyla yeni sorular soran, sorduran 3. Tasarım Bienali (20 Ekim – 22 Kasım 2016) geçtiğimiz aylarda sona erdi. Soruya konu olan kavramın (insan) kapsam genişliği, Bienal Küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Wigley’in de altını çizdiği üzere Bienali, “çözüm üreten son tasarımlar ya da fikirleri sunma”nın ötesine (Biz İnsan mıyız, 2016, s.561), 200 bin yıllık insanlık tarihinin göz alıcı kapsayıcılığına taşıdı. Bu tarihe referansla Bienal, tasarımın bugün geldiği yere nasıl geldiğini yansıtmayı/göstermeyi amaçlayarak bizlere, insanı çağlar boyu ürettikleri ve bunlarla ilişkisi içinde ele alan, kapsamlı bir Antropolojik malzeme sundu. Oldukça etkileyiciydi. 8500 yıl öncesinin Neolitik İstanbul’undan kalma ayakkabı izinden, güneş sisteminin ötesine dünyanın elçisi olarak gönderilen Voyager 1’in fonografik sinyallerle kodlanmış dünya temsiliyetine; 1,5 milyon yıllık aşölyen el baltasından, yaşamlarımızı bütünüyle dönüştüren sosyal medyanın algoritma dizisine ve daha nicelerine kadar zaman ve mekân aşıcı bir zenginliği tasarım düzlemine taşıdı.

Her şey güzel de; insanı çağlar boyu ürettikleri ve bunlarla ilişkisi içinde ele almanın, güncel bir kavram olan “tasarım” ile ilişkilendirilmesinde birtakım sorunlar olamaz mı? Bu yazıda işte bu konuyu irdeliyoruz. Tasarım ve tüm kapsayıcılığı ile “insan” üretimleri ilişkisine ilişkin soruların Bienalle birlikte sona ermediğine inanıyor; Bienalin, “uzun ömürlü bir tartışma açabilme” ve “düşünceyi derinleştirme” amacından güç alarak (Biz İnsan mıyız, 2016, s.561), tam da Bienalin sorduğu sorular üzerine yeni sorular sorabilmeyi gerekli görüyoruz. Bu gereklilikle yazımız; böylesi bir Antropolojik kapsamı sahiplenen “tasarım” kavramının kendisi ve bu sahiplenmenin nedenleri/meşruiyeti üzerine kafa yoruyor. “Bir arkeoloji projesi” olarak ele alınan tasarım bienalinden yola çıkarak, “tasarım” kavramının bizzat kendisinin arkeolojisinin yapılmasını öneriyor.

 

Antropolojik kapsama bu denli arkasını yaslamış bir tasarım bakış açısı için, Antropolojinin kendisinden, özellikle de görece yeni bir disiplin olan Tasarım Antropolojisinden yola çıkarak bu soruları sormak belki de anlamlı olacaktır. Zira, Tasarım Antropolojisi görece yeni, bu sebeple de tartışmaları güncel ve devam eden bir disiplindir. Bu sebeple, belki de, tasarım kavramının sorumuza neden olan çelişkilerine ayna tutabilir.

Tasarım ve Antropoloji alanlarını bir araya getiren bu disiplin, birbiri ile kesişen, birbirini besleyen ve iç içe geçmeleri ile yeni kavramlar ve soru alanları doğuran genç ve fakat, hızla ilerlemekte olan bir disiplindir. Yazımızın konusuna neden olan sorun ise, tam da bu iki alanın kesişimi/birleşimi üzerine daha derin düşünmeyi gerekli kılan bir konuya, “zamansallık” meselesine odaklanmaktadır.[1]

 

Tasarım, her ne kadar zamansal ve mekânsal belirlenimleri aşan tahayyül etme, tahayyül edileni planlama ve/veya cisimleştirme pratiklerini imleyen evrensel ve zaman-ötesi bir kavram olsa da; tasarımın yeni bir alan ortaya çıkması modern bir fenomendir. Özellikle sanayi sonrası ve dijital toplumsal dönemlerde ayrı bir faaliyet alanı olarak gelişen tasarım; grafikten endüstriyel üretimlere, bilgi-iletişim teknolojilerinden kamu politikalarına, hizmetten, deneyime pek çok farklı alanda çalışan tasarımcıların, ayrı bir işkolunun üyeleri olarak gözle görülür artışına, çeşitliliğine ve talep edilirliklerine tanık olmuştur. Bu dönemde tasarım; ayrıca “bilim, teknoloji ve sanatla aynı değerde” olacak şekilde, geniş anlamıyla “kültürel üretimlerin ve dönüşümlerin” sağlandığı ve üzerinden tanımlandığı en önemli alan hâline gelmiştir (Otto ve Smith, 2013, s. 1-2).

Öte yandan, çıkış noktası 19. yüzyılda, Batı dışı toplumların/toplulukların kültür ve kurumlarının çalışılması olan Antropoloji disiplini, bir yanı ile kültürel, zamansal ve mekânsal biricikliklerin, diğer yanı ile ise, tüm yapıp ettikleri ile insanı ve kültürlerini açıklayabileceği evrensel, zaman-ötesi bilgi ve kavramlar üretmenin peşinde olarak günümüze gelmiştir. Bu kavram ve bilgilerle, bunları kuran eyleyici(ler) (agents) arasındaki eşitsiz ilişki, özellikle post-kolonyal dönemde Antropolojinin kendi kendisini eleştirmesine; böylelikle kavramsal ve yöntem bilimsel yeni arayışlara girmesine ve disiplinin de inanılmaz ölçekte genişlemesine yol açmıştır. Bir tarafta Batı-dışı toplumların egzotikliği, çoklu modernleşme süreçleri ile hibrid bambaşka şeylere dönüşürken; diğer tarafta Antropolojinin gözlerini bu toplumlardan, modern endüstriyel toplumlara çevirmesi, bu kırılmanın sonuçlarından birisidir.

Tasarımla Antropolojinin bir araya gelmesi, zamansal olarak bu kırılma dönemine denk gelir. Özellikle 1970’lerden sonra “kullanıcılara ve bağlamlara dair” daha içeriden bir anlayış geliştirmek amacıyla antropologların, tasarım süreçlerine daha fazla dahil olmasının devamında, Tasarım Antropolojisi “kendi kavramları, yöntemi, araştırma pratikleri ve uygulayıcıları olan, ayrı bir alan” olarak evrilir (Otto ve Smith, 2013, s. 2). Ancak; bu ilişkinin yalnızca tasarım süreçleri ile sınırlı kalmadığını da belirtmek gerekir. Zira, bir diğer koldan bu ilişki, süreç içerisinde, tasarımın evrensel bir insan kapasitesi olarak ele alınmasıyla biçimlenmeye devam eder. Nasıl White ve pek çok diğer antropolog insanı diğer hayvanlardan ayıran şeyin, onun sembolik anlam dünyaları ve dolayısıyla kültür oluşturabilme özelliği olduğunu savunmuşlar ise (White, 2007[1959]; tasarım antropologlarının bir kolu da, homo faber (yapan insan) olarak insandan yola çıkarak tasarımı, insanı diğer hayvanlardan ayıran bilişsel bir kapasite olarak ele alır (Gatt ve Ingold, 2013, s.139). Böylelikle “tasarım”, Varbeek (2012) gibi antropologların savunduğu üzere, insanın genel olarak tüm ürettiği maddî kültürle ilişkisini açıklayan bir meta kavram olur. İnsan ırkının, çağlar boyunca ürettiği ve üretmeye devam ettiği artifaktlar insan tasarımının bir ürünü olup bunlar, “birbirimizle nasıl iletişim kuracağımızı, hareket edeceğimizi, davranacağımızı ve etrafımızdaki dünyayı nasıl deneyimleyip yorumlayacağımızı belirler” (Varbeek, 2012, s. 163). Dolayısıyla, insanlar çağlar boyunca hep tasarlamıştır; tasarladığı şeyler de insanı tasarlamıştır.

Tasarım Bienalinin kurgulanışına yön veren sorular, Tasarım Antropolojisinde hâkim olan bu ikinci yaklaşımla örtüştür. Nitekim Bienal ana başlığı (Biz İnsan mıyız?) altında, katılımcıların karşılık vermeye davet edildiği “insan, tasarlayan canlıdır,” “tasarım daima insanın tasarımıdır,” “türümüz sonsuz tasarım katmanları arasında durmaktadır” gibi önermelerin, bahsettiğimiz bu yaklaşımdan beslendiğini ve onu ürettiğini görmek zor değildir. Küratöryel metin, bu yaklaşımı tartışmaya açar gibi görünse de, aslında söz konusu yaklaşımın manifestosu niteliğindeki ifadeleri de içerisinde barındırır:

Tasarım bize dair en insani şey. Bizi insan yapan şey tasarım. İlk aletlerden, katlanarak genişleyen insan kabiliyetine, sosyal yaşamın temelinde tasarım var (Biz İnsan mıyız?, 2016, s.545).

Bienalde hakim olan bu yaklaşımı masaya yatırırken, esas olarak bu yaklaşıma Tasarım Antropolojisi içerisinden gelen eleştirilere bakmak anlamlıdır. Sürpriz olmayacağı üzere bu eleştiriler, Antropoloji disiplininin -Batı merkezli bakış açısının genellemelerinden ve doğayla karşıtlık ilişkisi içerisinde, ondan üstün olarak kurgulanan insan anlayışını besleyen dünya görüşünden kaynaklanan sorunları başta olmak üzere- kendi çıkmazları ile yüzleştiği bir dönemde, tasarım bakış açısıyla/tasarım olarak yeniden kurulması ve kurgulanmasının doğurduğu sıkıntılar üzerine odaklanır. Söz konusu eleştirel akademisyenlerden biri olan Suchman’a (2011) göre böyle bir yaklaşım, “yenilik” (innovation) vurgusunu evrenselleştirerek yerleri, kişileri ve şeyleri başlı başına bir menşe noktası hâline dönüştürür (s.14). Başka bir deyişle bu durum, farklı zaman ve coğrafyaları, zamansal kopukluklarla ve sınırları belli olmayan yeni coğrafyalarda bir araya getirir. Yani, maddî kültürel üretimlerin zamansal ve mekânsal biricikliklerini; tarih, coğrafya ve genel olarak kültürden kaynaklanan niteliklerini yok sayar.

Bu sebeple Suchman’a göre tasarımın, özellikle post-kolonyel antropolojinin derdiyle paralel biçimde, belirli bir coğrafyanın nevi-i şahsına münhasırlıklarını teslim etmesi gerekir. Bunun için, kendisini bir meta kavram olarak değil, dünya üzerinde gerçekleşen değişim pratiklerinden yalnızca biri olarak kurgulaması daha etik bir düşünme biçimidir (Suchman, 2011, s.3). Yani, Tasarım Antropolojisinin, antropolojinin bilişsel ve evrensel bir bakış açısıyla “tasarım” olarak “yeniden icat” edildiği değil; çağdaş dünyanın antropolojisinin bir parçası ve eleştirel bir alan olarak çalışması daha bütünlüklü ve etik bir yaklaşımdır (2011, s.3).

Bu eleştirinin devamında Tunstall (2013), tasarlayan bir tür olarak insan yaklaşımını, antropolojinin kolonyalizmle yakın ilişkisi içerisinde ele alır. Bu ilişkinin, “insanların kendi özel tanımlarını göz ardı eden ve onların niteliklerini yukarıdan belirleyen sınıflandırmalar”la dolu olduğunun altını çizer (Tunstall, 2013, s. 233). Böylelikle, “tasarlayan insan” sınıflandırmasına hâkim olan “yenilik” vurgusu, aslında modernist bir gündemin uzantısı olup, antropolojinin emperyalist dilinin bir başka kavramla, yeniden kurulma riskini içinde barındırır. Tunstall’ın bu dili kurulumunu açıklarken, OECD ya da Rockefeller Vakfı rapor ve girişimlerinden verdiği örnekler oldukça enteresan ifadelerle doludur ve daha derinlemesine bir araştırma için zengin bir alan sunar gibidir: bu raporlarda tasarım, toplumlarda değişim ve dönüşümü sağlayan yeni bir itici güç olarak ele alınmaktadır; Hindistan ve Güney Afrika ise, tasarımcılarla yerel STK’ların işbirliği içerisinde çalıştığı liste başı bölgeler arasındadır.

 

Pek çok tasarım antropoloğu, yerel topluluklarla birlikte üretimde bulundukları olgusuna yaslanarak, bu dilin hegemonik olduğu iddiasına şiddetle itiraz etse de; Tunstall’a göre, bu itirazların netlikle yanıt vermesi gereken önemli sorular vardır. Özellikle söz konusu yeniliğin ve yenilik dilinin toplumsal düzeyde son kertede kimler tarafından yaratıldığı, nasıl bir yenilik olduğu, temel değerlerinin ne olduğu ve birincil faydalanıcılarının kimler olduğu bu önemli sorulardan bazılarıdır. (Tunstall, 2013, s. 234). Hele de “yenilik” kavramıyla tarihsel, toplumsal ve siyasî sorunlarını, modernleşme ve süreçleri ile ilgili problemlerini aşamamış kültürlerin ve kültürel üretimlerin, şimdiki zamanda her yönden kapsayıcı ve evrenselleştirici bir tasarım ve yenilik dili ile ilişkisinin nasıl kurulduğu kolayca göz ardı edilemeyecek kadar kapsamlı bir sorun alanıdır. Bu sorun alanına, bu dilin toplumsal düzeyde içselleştirilme biçimleri de dahildir. Berberlik ve kuaförlükten saç tasarımcılığına, diş hekimliğinden gülüş tasarımcılığına, zücaciyecilikten sofra tasarımcılığına, fırıncılıktan ekmek tasarımcılığına terfi eden iş kollarının, günümüzde ne türden değer üretim ihtiyaçlarına tekabül ettiği ya da ne türden ihtiyaçlar yarattığı, her toplum ve kültür için özel olarak cevap verilmesi gereken konular arasındadır.

 

Hülâsa; işin içindekilerin hâlâ tartışageldiği üzere, tasarım ve insan (insanın tüm maddî kültür üretimleri) ilişkisi sorunludur, kırılgandır, politiktir. Yukarıda kısaca bahsi geçen sorun alanlarına sahip bir ilişki biçimini irdelemek için ise, basitçe bu genelleyici önermeyi soru cümlesine dönüştürmek yeterli gelmez. Hele de, tasarımın kapsayıcılığının araştırma konusu yapıldığı, Bienal gibi önemli bir entelektüel arayış ve inşa faaliyetinden bahsediyorsak; bu kapsayıcı dilin bizzat kendisinin sorgulanmasını beklemek yanlış olmaz.

Bienaldeki bu sorgulama eksikliğini, Tunstall’ın iddiasını devam ettirerek, doğrudan emperyalist gündem söyleminin içinden yorumlamak, tüm bu çabayı fazlasıyla basite indirgemek olur elbet. Ancak, bu kritik meseleyi yumuşak ifadeyle hafife alan, daha sert ifade ile ise görmezden gelen entelektüel bir duruşun sorunları olduğu da aşikardır. Hele de sorusunu sorar gibi yapıp, diğer yandan tasarımı insanın tüm maddî kültür üretimlerine mâl ediyorsa.

Bu yaklaşım, yalnızca Antropolojinin, üzerine yapışmış olan “emperyalist disiplin” yaftasına karşı kendini üretmek zorunda kaldığı bitmek bilmeyen kültürel görecilik tartışmalarını yeniden ve yeniden gündeme getirmekle kalmaz; aynı zamanda, tarih boyunca bugüne kadar gelmiş diğer maddî kültür üretim alanlarını (sanat ve zanaat gibi) ve bu alanların birlikte çalışabilirliğine dair tarihî ve güncel arayışları da yok sayar. Bu sebeple, tüm şıklığı ve göz alıcılığına rağmen Tasarım Bienalinin entelektüel kurgusunun eksiklik ve zaaflarla dolu olduğunu maalesef teslim etmek gerekir. Antropolojiye sırtını yaslayan bir entelektüel çabanın, bu disiplinin güncele ve çağdaşa dair eleştirilerinden ve güncel ve çağdaştaki trend kavramları sorgulama potansiyelinden çok daha yararlanabilmesi mümkündür. Aksi takdirde, Artun’un (2013) bienallere yönelik eleştirisi paralelinde, “piyasanın işletme modellerine göre işleyen” ve “tarihsel ve estetik bütün normların silindiği döneme özgü sergiler”den biri olmanın ötesine geçemeyecektir.

 

Kaynaklar:

Artun, A. (2013). “Anne ben hıyar mıyım?”, Skop Bülten. http://www.e-skop.com/skopbulten/anne-ben-hiyar-miyim/1510 (erişim 2 Ocak 2017).

Biz İnsan mıyız / Are We Human?. (2016). İstanbul: İstanbul Kültür Sanat Vakfı

Gatt, C. ve Ingold, T. (2013). From description to correspondance: Anthropology in real time. W. Gunn, T. Otto ve R. C. Smith içinde (ed.), Design Anthropology: Theory and Practice (ss. 139-158). London; New York: Bloomsbury Academic.

Otto, T. ve Smith R. C. (2013). Design anthropology: A disctinct style of knowing. W. Gunn, T. Otto ve R. C. Smith içinde (ed.), Design Anthropology: Theory and Practice (ss. 1-29). London; New York: Bloomsbury Academic.

Suchman, L. (2011). Anthropological relocations and the limits of design, Annual Review of Anthropology, No. 40 (1-18).

Tunstall, E. (2013). Decolonizing design innovation: Design, anthropology, critical anthropology, and indigenous knowledge. W. Gunn, T. Otto ve R. C. Smith içinde (ed.), Design Anthropology: Theory and Practice (ss. 232-250). London; New York: Bloomsbury Academic.

Verbeek, P.P. (2012). Introduction: Humantity in design. W. Gunn ve J. Donovan içinde (ed.), Design and Anthropology (ss. 163-176). Surrey; Burlington: Ashgate Publishing.

White, L. (2007). Evolution of Culture. London; New York: Routledge (Eserin orijinali 1959’da yayımlandı).

[1] Zamansallık, antropoloji ile birleşen tasarımın özellikle gelecek ayağının nasıl kurgulandığı/kurgulanması gerektiğine dair pek çok kavramsal, hatta yöntem bilimsel yenilik ve tartışmayı içeren zengin içerikli bir alt başlıktır. Bu yazıda yalnızca, zamansallık tartışmalarının Tasarım Antropolojisinin kapsamını ilişkilendiren yönüne odaklanılmaktadır.