designinistanbul | söyleşi | attila durak: “fotoğraf gercekte bir araçtır. nasıl kullanıldığıyla ilgili olarak -bıçak sırtı misâli, sanat da olabilir, zanaat da”
817
post-template-default,single,single-post,postid-817,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode_grid_1300,footer_responsive_adv,qode-content-sidebar-responsive,qode-theme-ver-10.0,wpb-js-composer js-comp-ver-4.12,vc_responsive

söyleşi | attila durak: “fotoğraf gercekte bir araçtır. nasıl kullanıldığıyla ilgili olarak -bıçak sırtı misâli, sanat da olabilir, zanaat da”

Bir alem kişi Attila Durak. Sanatçı. Zanaatkâr. Fotoğrafçı. Küratör. Sanat Yönetmeni. Fotoğraflı işler tasarımcısı. Fotoğrafsız bir yaşam düşünemediği ODTÜ yıllarından başlayarak, bir tutkuya dönüşen, Türkiye’nin kültürel çeşitliliğini fotoğraflarla anlatma, kendi demesiyle, “yaşamlarını planlayan insanlar ile yaşamlarını düşleyen insanlar arasındaki farklılıkları” anlatma arzusu onu alem kişi kılıyor. “Ebru, kültürel çeşitlilik üzerine yansımalar” projesi, tanıtım metninde, “Türkiye’deki kültürel çeşitliliği görünür ve anlaşılır kılacak yeni bir dil arayışı” olarak tanımlanıyor. Bizce, artık arayış ifadesi eksiktir; ebru, artık geri döndürülemez bir deneyim ve politik dil üretimidir. Ebru projesi ve üretimleri, kendisinden önceki arayışların çıtasını da yükselten, barış içinde bir arada yaşamaya ilişkin, devrimci bir iş. Tıpkı Attila Durak gibi. Fotoğraflı, sanatlı, zanaatlı projeleri için; insanları, dinamiklerini, kapasiteleri harekete geçirebilmekteki mahareti heyecan verici. Kendi deyişiyle “yine boyundan büyük işlere kalkışarak” başladığı, kurucusu ve sanat yönetmeni olduğu, büyük bir emekle İstanbul’un varlıkları arasına kattığı, İstanbul için bir armağana dönüşen ve on binlerce kişiyle buluşan Fotoİstanbul Uluslararası Fotoğraf Festivali, dördüncü yılına hazırlanıyor. Attila Durak’a leziz karanfilli çayı, hoş sohbeti ve enerji dolu söyleşisi için teşekkür ediyor; keyifli okumalar diliyoruz.

 

Fotoğraf ve fotoğrafçılığı bir sanat olarak mı, zanaat veya meslek olarak mı tanımlarsınız? Bir yandan, belge değeri olan özgün projeler gerçekleştiriyorsunuz, örneğin Ebru Projesi gibi. Diğer yandan, 3 yılını tamamlamış çok başarılı bir fotoğraf festivalinin kurucusu, yöneticisi ve küratörüsünüz. Hülasa, içinden geçtiğiniz, içinde olduğunuz ve gelecekte içinde olacağınız işleri de düşünerek; kendinizi ne olarak tanımlamaktasınız?

Söyleşiye, fotoğraf tarihinin bitmek tükenmek bilmeyen tartışması ile başlamamız harika. Kısaca tanımlamam gerekirse; fotoğraf, sanatlı da yapılabilen, içinde fazlaca zanaat unsuru bulunan, kullanım ve duruş itibari ile tanımlamasının, tanımlayana ya da nereden bakıldığına bağlı olarak değişebilen sanatlı ve zanaatlı bir şeydir. Bu tanımlama çabasının karmaşasını biraz açayım. Fotoğraf gerçekte bir araçtır. Nasıl kullanıldığıyla ilgili olarak -bıçak sırtı misâli, sanat da olabilir, zanaat da.

Fotoğrafın ne olduğuna ilişkin katı bir çerçeve çizmeye çalışmak yerine önerim, bir araç olarak işlevlendirilen-kullanılan fotoğrafın son üretiminin değerlendirilerek sanat olup olmadığını aramak; cevabı, ortaya çıkan iş üzerinden vermektir. Özetle; bu yöntemle bakıldığında görülecektir ki, sanat fotoğrafından da, zanaat fotoğrafından da bahsetmek mümkündür.

En genel yaklaşımdan hareket edersek, sanatın sözlük tanımında; duygu, düşünce, coşku, hayal ve benzeri hâllerin; çizgi, renk, biçim, ses, söz, ritim gibi unsurlar kullanılarak, güzel, özgün ve etkileyici biçimde ifâde edilmesinden söz edilir. Bu yaklaşıma-tanımlamaya eklemek istediğim; sanatın, olmayan bir şeyi var etmesi, edebilmesi, orijinal olanı yaratması, yaratabilmesidir.

Bunu becerebilen fotoğrafçılar vardır, beceremeyen fotografçılar vardır. Değerlendirme ise, son üretime, çıkan işe bakan izleyicinindir.

Bana gelince; yıllardır bu sorudan da cevabından da kaçmıştım. Anlaşılan, şimdi burada da buldu beni. Bu sefer kaçmayacak ve sorunuzu cevaplayacağım. Fotoğrafa ilişkin değerlendirmemin arkasında durarak; ben, fotoğrafı araç olarak kullanan, fotoğraflı işlerin içinde yaşamını sürdürmeye çalışan, fotoğraf projeler üreten bir insanım. Bu üretimlerimin bazılarının yöneticisiyim, bazılarının zanaatkârıyım ve bazılarının da sanatçısıyım.

Çalışmalarınızı, projelerinizi kitaplaştırıyor, sergiler kuruyorsunuz ki, bu sizi bizzat içinde bulunduğunuz, içinde bulunmanın işe değer kattığı bir başka disiplinle ilişkilendiriyor: tasarımla. Tasarım sizin iş yapma süreçlerinizde nerede yer alıyor?

Yaptığım işlerde genellikle, ortada olmayan bir şeyi var etmeye talip oluyorum. Hâl böyle olunca, doğası gereği, işler hep bir fikir ya da hayal ile başlıyor. Bu aşamaya ben, duyumsal ya da düşünsel tasarım diyorum. Kitap, festival, sergi; ne olduğu hiç fark etmez. Fikir akla düştüğünde tasarlamaya, tasarım işine başlıyorsun demektir.

Tasarıma, tasarlamaya temel olan düşünceleri ete kemiğe büründürebilmek için projenin yapısına ve ihtiyaçlarına göre başka disiplinlerdeki ortaklar ile, örneğin tasarımcılar ile paylaşıyorum.

Birlikte çalışıyor; projenin tüm aşamalarını bir fikirden, düşünceden yola çıkarak, eskizler ve planlar aracılığıyla ortaya çıkartıyor, somutlaştırıyoruz. Yaratıcı süreçlerin tümünde tasarımcılarla birlikte yer alıyorum. Nihayetinde bir fikri, örneğin kitapla somutlaştırıyoruz. Bir fikri, kitaba dönüştürüyoruz. Tasarım, aslında bir bütünü zihinde biçimlendirme, kurma, tasavvur etmedir. Benim yaptığım işlerdeki karşılığı ise bazen kitap, bazen festival, bazen sergidir.

Tasarımın tamamlanmasını takiben serginin kurulumu da sizin uğraş alanınız. Kameradan, fotoğraftan, renkten, teknikten sonra malzeme, lojistik ve işçilik, mekân özellikleri ve insan faktörü devreye giriyor. Bu çok katmanlı unsurları göz önünde bulundurursak, ancak son dakikaya hazır olabilen stresli mekan düzenlemeleri sırasında, izleyicinin asla görmediği neler yaşanıyor?

Yaptığımız iş, bir gösteri işi; sahne almanız gerekiyor. Son üretim kusursuz olmalı. Bu son noktaya gelene kadar yüzlerce benzemez var ve de bu benzemezler, işin başarısına etki eden, zincirleme birbirlerine bağlı parçalardan oluşuyor. Siz bir sergiye gittiğinizde, bir fotoğrafın önünde durduğunuzda, sadece bir kare fotoğrafa bakmıyorsunuz aslında. Baktığınız o karede bir çırpıda görünmeyen; fotoğrafı çekenle birlikte onlarca kişinin emeği, yağmurda, soğukta sabahlara kadar çalışmış insanlar, baskıcılar, tasarımcılar, gönüllüler, sevgi ve emektir.

Foto İstanbul için üretilmiş bir metinde fotoğraf sanatının demokratikleşmesinden söz ediyorsunuz. Gerçekten de demokratikleşiyor mu bir sanat olarak ya da demokratikleşen fotoğraf çekebilmek midir? Bu ikisi arasındaki gelecek görüşünüz nedir?

Yirminci yüzyılın sanatı fotoğraf, teknolojinin yardımı ile herkese başlangıç için bir eşitlik sağlıyor. Sanat kısmını bir tarafa bırakırsak, fotoğraf çekim eylemi demokratikleşiyor. Fotoğraf çekmek için fotoğrafçı olmanıza gerek yok. Fotografçı olamayabilirsiniz, ama fotoğraf çekebilirsiniz.

Fotoğraf sanatı derseniz iş biraz karmaşıklaşıyor. Fotoğraf sanatının, sadece fotoğraf çekmekten ibaret olmadığı ortada. Sanatçı karakterine sahip, fotoğrafçılığı bir yaşam biçimi hâline getirmiş, hayatının merkezine oturtmuş, değiştiren, dönüştüren, olayları anlama, kavrama, çevreyi algılama, duygusal zeka, empati yeteneği olan kişilerin fotoğrafı sanatsal bir düzeye çekmeleri fotoğraf sanatını oluşturur.

Gelecek… Bu demokratikleşen fotoğraf üretiminin çokluğu, sevdiğim bir deyişle, “çöplüğünden sıyrılmayı başaran,” farklılaşmayı, özgün işler üretmeyi beceren fotoğraf sanatçılarının mücadelesine sahne olacaktır. Bu rekabet ve mücadele, fotoğraf sanatının dinamikleşmesine yarar sağlayacaktır. Birçok kötümserin aksine, tam da bu nedenle diyorum ki, fotoğraf bu yüzyılın olduğu gibi gelecek yüzyılın da sanatı olacaktır.

Bildiğimiz kadarıyla zaman zaman birçok fotoğrafçıyla ortak projeler yapıyor veya ortak işlere el veriyorsunuz. Hangi ortak çalışmalar içinde yer aldınız? Deneyimlerinizi proje üzerinden değil de, fotoğrafçılık açısından değerlendirir misiniz ve kolektif üretimlere, girişimlere nasıl bakıyorsunuz? Örneğin, kolektiflik süreçlerindeki hiyerarşi, telif ve takdirin paylaşımı için neler söylersiniz?

Evet; yaptığım birçok projede başka fotoğrafçılarla, tasarımcılarla, zanaatkâr ve ustalarla projelerimi tamamlıyorum. Farklı disiplinlerin profesyonel katkılarını alıyorum. Birkaç örnek vermem gerekirse; son üç yıldır Fotoİstanbul çerçevesinde, 10 civarında küratör ve 150’ye yakın fotoğrafçı ile çalışıyoruz. Tasarımcılar, mimarlar farklı noktalarda devreye giriyor. Gezi Direnişinin yıl dönümünde gerçekleştirdiğimiz “bu daha başlangıç” sergisinin küratörlüğünü yaparken, fotoğrafçı ve tasarımcılar ile çalıştım. Bu ve bunun gibi onlarca projede buna benzer kolektiflik deneyimlerim oldu. Fotoğraf üretimi kendi içinde tekil bir süreçtir. Fotografçı, projesini yalnız üretir. Lâkin, çekilen fotoğrafın ete kemiğe bürünme aşaması kalabalık bir profesyonel birliktelik gerektirir. Kolektif bir çalışma olmadan iyi bir üretim yapmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Sorunun ikinci kısmına gelince; hiyerarşi, telif ve takdir konusu tamamen projenin dinamiklerine göre değişkenlik gösterir.

Her projede kolektif üretimin gücünden yararlanmanın, kolektifin, olabildiğince demokratik ve eşitlik üzerine kurulmasının, hiyerarşik örgütlenmelerin sorunlarından uzak durabilmesinin kulağıma iyi geldiğini, ama gerçek hayatın tam böyle olamadığını, hatta olamayacağını, olması gerekmediğini söylemeliyim. Bazı ayrımlar yaparak örnekleyeceğim, yararı olacaktır. Diyelim ki 20 fotoğrafçı, bir araya geliyor; “kadına şiddet” konusunda fotoğrafları ile bir farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Bir arada yapılan bu tip projelerde telif ve hiyerarşinin kolaylıkla tanımlanan bir doğası vardır; çözümü kolaydır. Zaten herkes ya arkadaştır ya da aynı şeye dertlenen insanlardır. Yalın ve basittir. Diğer örneğimizi de, yüzlerce farklı kimlik ve disiplinden kişinin yer aldığı büyük bir festivalden verelim. Telif ve hiyerarşi iki projede de farklı ele alınır; farklı süreçler ve sonuçlar beklenir. Özetle, işleyiş açısından tek bir doğru ve kuraldan söz edilemez. Her kolektif kendi süreçlerini, çalışma esaslarını ve kendi kurallarını yaratır diyebilirim. Telif ve takdirin paylaşılmasında da aynı öznellikler geçerlidir, her kolektifin kendi yapılanması ve kuralları belirleyicidir.

Sizce fotoğrafın, sanatın, tasarımın, son olarak da zanaat ve tüm bu saydıklarımızın kolektifliğinin politik nitelikleri, hatta olanakları olduğunu düşünür müsünüz? Bir örnek vermek gerekirse, hangi sınıfta kabul ettiğinden bağımsız olarak özelde fotoğrafın, genelde zanaat, sanat ve tasarımın insanın, doğanın, toplumun işine yaraması, bunlar için, birlikte bir değer üretmesi olası mıdır?

Saydığın her başlığın -fotoğraf, tasarım, zanaat, sanat; hep birlikte üretilen, herhangi bir imece üretimin; yapılışına ve içeriklerine göre politik, toplumsal değer yaratacak amaçları ve sonuçları olabilir. Değişim yaratacak içerikler üretebilirler. Bütün mesele, nasıl yapıldıkları ve neyi anlatmaya çalıştıkları ile ilişkilidir. Bir derdi olan projeler, sanatın en önemli özelliği yani görünmeyeni görünür kılmak değil midir?

Ebru projesine uzun bir ara verdiniz. Kitaplar başka dillere çevriliyor, yeni baskılar yapılıyor; lâkin, yeni fotoğraf çekmiyor ve sergi planlamıyorsunuz bir süredir. Ebru, ortaya çıktığı günlerde pek çok belalı sorunun ve çözüm olasılığının, çok kültürlülük meselesinin tam göbeğine oturmuştu ve anlaşılan o ki oturmaya da devam edecek. Adeta zamansız, dönemsiz bir kaynak Ebru. Buradan devamla, Ebru için planlarınızı bizimle paylaşır mısınız lütfen?

Ebru projesi, Türkiye’nin çok kültürlü toplumsal yapısını irdeleyen 2000-2006 yılları arasında fotoğraf çekimlerinin yapıldığı, Türkçe, İngilizce, Fransızca kitap baskılarının 30’dan fazla dünya şehrindeki sergilere eşlik ettiği, panel ve söyleşileri ile yaklaşık 300 bin kişinin izlediği, 14 yıllık büyük bir imece; sizlerin deyimiyle “kolektif” bir yapının üretimidir. İçerik itibari ile bu toprakların önemli bir başlığına değinen bir projedir. Çok-kültürlülük ve bunun yarattığı zenginliğin, günümüzde olduğu gibi gelecekte de önemini kaybetmeden devam edeceğini biliyorum. Bu önemden dolayı, ebru projesinin daha kalıcı hâle gelebilmesini, müzeleşmesini sağlamak istiyorum. Ebru’nun bir müze olarak devam etmesini hayal ediyorum.

Son olarak; bu yıl dördüncüsünü yapacağınız fotoğraf festivali için ne söylemek istersiniz? Fotoİstanbul’un geleceğine dair öngörü ve hedeflerinizden söz eder misiniz?

Fotoİstanbul büyük bir idealin, çok uzun sureli hayalin, İstanbul için büyük bir gerekliliğin, bir ihtiyacın sonucudur. 20 milyonluk bir metropolde tek bir fotoğraf galerisi olmadığı düşünülürse ihtiyacın boyutu kolayca anlaşılacaktır. Elbette benim amacım, salt bu ihtiyacı karşılamak değil. İstanbul üzerinden bir marka yaratmak, bu harika markanın içini doldurarak sadece Türkiye’ de değil, dünyada beklenen, kurumsallaşabilmiş, uzun süreli yaşayacak bir festivali İstanbul’a kazandırmaktır. Söylediğiniz gibi, bu yıl dördüncüsüne soyunuyoruz. İlk üçünde çok iyi bir izleyici kitlesi yakaladık. Dünya fotoğrafı ile Türkiye fotoğrafını bir araya getirmeye, fotoğraf üzerinden bir enerji yaratma mücadelemize devam edeceğiz. Şimdiye kadar çok büyük, tabiri caizse dünya starlarını İstanbullular ile buluşturabildik.

Bilindiği üzere festivalimiz Beşiktaş’ın en önemli meydanlarında, halka açık bir şekilde sokaklarda izleyici ile buluşmaya, söyleşilerle, ustalarla sohbetlerle çoğalmaya devam edeceğiz.

Fotoİstanbul’da büyük ustaların işleriyle, Türkiyeli fotoğrafçıların, ustaların işlerini yan yana izleme olanağı sunuyoruz. Festivalin önemli bir misyonu olarak tanımlayabileceğim ve bazen her şeyin önünde yer verdiğimiz şey ise; ustalar ile “new çömer” dediğimiz, fotoğrafın yenilerine, gençlere alan açmayı gözetmektir. üstelik bunu sadece Türkiyeli fotoğrafçılar ile sınırlı tutmuyoruz. İstanbul, özellikle Fotoİstanbul gibi fırsatlarla çok sorunlu bir bölgenin çıkış kapısı hâline dönüşebiliyor. Fotoİstanbul’u, dünyaya açılmak isteyen çok iyi fotoğrafçılar için bir platform hâline getirmekten mutlu oluyoruz. Son üç yılda Gürcistan, İran, Irak, Filistin’den, Uzak Doğudan birçok sanatçıya festivalde yer verdik.

Sohbetimizin sonunda, geleceğe dair; güzel günler, hem de fotoğraflı güzel günler umudumu koruduğumu belirtmek istiyorum. İstanbul, Fotoİstanbul, bir buluşma noktası olsun; sanatçısı, ustası, gençleri, tüm izleyicileriyle, dünyanın en güzel şehri fotoğraflı olsun.

 

Attila Durak

Fotoğraf sanatçısı Attila Durak, Ekonomi ve Fotoğraf eğitimi gördü. Sanatçının portfolyosu, dünyanın çeşitli ülkelerinde çekilmiş sosyal dokümanter fotoğrafların yanı sıra, ağırlıklı olarak alternatif fotoğraf çekim ve baskı tekniklerini kullandığı deneysel çalışmalardan oluşuyor.

Renk ve değişik baskı teknikleriyle yapmış olduğu deneysel çalışmalardan doğan ve New York’un sokak sanatçılarını konu alan Echoes of the Street adlı fotoğraf dizisi, Duggal Underground Gallery (2000,New York), Galeri Artist (2003, İstanbul), Galeri Siyah Beyaz (2005, Ankara), Galeri Ozan Orhon (2005, Antalya) ve Galeri Jazz Now Art Center’da (2006, Bodrum) sergilendi. Hata-ograf (2000, Dallas) ve Geçmişte Ankara (1990, Ankara), Attila Durak’ın diğer kişisel sergileridir.

Attila Durak, Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler Delegasyonu tarafından düzenlenen Europe Day 2004 isimli sergide Türkiye’yi temsil etti. Fotoğrafları, Rio de Janeiro Caz Festival’nin tanıtım fotoğrafı olarak kullanıldı. Katılmış olduğu karma sergiler arasında Celebrating EU Enlargement Through Art, Benefiting Adopt-A Minefield (2004, New York); Gallery X tarafından sunulmuş olan Xtreme Xtreriors (1999, New York), International Independent Film & Video Festival (1999, New York) ve İsimsiz Karma Sergi (1999, Dallas) vardır.

Durak’ın önemli çalışması, Türkiye’nin çok kültürlü toplumsal yapısını irdeleyen 2000-2006 yılları arasında tamamladığı, Metis Yayınları tarafından yayımlanan

“Ebru” Mayıs 2007 New York’ta Soho Photo Gallery’de, Temmuz 2007 Binbirdirek Sarnıcı’nda sergilendi. Ardından Diyarbakır, İstanbul, Kars, Antakya, Samsun, Mersin, Van, Bursa ve İzmir, Ankara (2007-2009)  içeren bir Türkiye turuna çıkan sergi, Memphis in May Festivali’nde sergilendi.

2008-2011 yılları arasında Avrupa turnesinin çıkan “Ebru” projesi, 2008’de Frankfurt Kitap Fuarı’nda, ardından, Leipzig, Basel, Duisburg, Rinteln, Arles, Bordeaux, Die, Metz, Stains, Lyon, Münih, Brüksel, Erivan, Deventer, Lahey’de sergilendi ve böylelikle Ebru, toplamda 300,000 kişiye ulaştı.

Echoes of the Street solo sergisi, 2011-2014 tarihleri arasında Galeri Artist Berlin’de, Galeri Artist İstanbul’da, Balıkesir Ulusal Fotoğraf Müzesi’nde, Alaçatı galeri Keyfekeder’de, Bursa Nilüfer Belediyesi Nazım Hikmet Kültürevi’nde düzenlendi.

Attila Durak, Temmuz 2013 tarihinde 20 fotoğrafçı ile birlikte “Russian on Moment” kitabının çekimlerini, Haziran 2014 tarihinde, Gezi olayları ruhunu devam ettirmeyi amaçlayan “Bu Daha Başlangıç” sergisinin küratörlüğünü, 2015 yılında Rıza Erdeğirmenci tarafından hazırlanan “Lokanta” isimli kitabın sanat yönetmenliğini, yine 2015 yılında, yaklaşık 40 yazar ve 3 editör eşliğinde tamamlanan “Ben Aksekiyim” kitap projesinin fotoğraf çekimleri ile kitap projesinin organizasyonunu gerçekleştirdi.

2014 yılından bu yana gerçekleştirilen ve bu yıl dördüncüsü yapılacak olan Fotoİstanbul Uluslararası Fotoğraf Festivalinin kurucularından olan Attila Durak, Fotoİstanbul’un sanat direktörlüğünün yanı sıra fotoğrafçılık, sanat yönetmenliği ve küratörlük işlerine devam etmektedir. İstanbul’da yaşamaktadır.

www.ebruproject.org  | Instagram: @attiladurak